Bu Blogda Ara

Sevdiğim Şairlerden Şiirler



BEN ARTIK KÜSÜM


beni de kırdılar içimde kırdılar
karanlık camlardan sular akıyordu
şimşekli bir boşlukta saat vurdu
beni de kırdılar belki yalnızdılar
belki onların da çocukluğu yoktu
bütün şarkılara kapalıydılar
bir genç kız değmemişti saçlarına


beni de kırdılar ben artık küsüm
yağmurları yağmıyor ağaçlarıma
sularından içmiyorum susadım ama
beni de kırdılar soğuk bir ölüm
çevik bir bıçak gibi çakıldı aklıma
oysa bir şarkıyım yeniden doğan günüm
bütün şarkılara kapalıydılar

ATTİLA İLHAN

SİSLER BULVARI


elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarıda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı

sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarabda kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarını hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapur uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum


 Attila İLHAN

NASIL BİR SEVDAYSA...

Ay çok mu gecikti nerdeyse çıkar
Sen yalnızlığıma varır varmaz
Az sonra yağmuru durduracaklar
Rüzgarı değiştirdim
Ustura ağzı poyraz
Yok canım yıldızları unutmadık
Mutlaka yerlerinde bulunacaklar
Kenarı yaldızlı mavi bir karanlık
Sütlü çıplaklığını örtecek kadar
Senin için olduğu asla bilinmeyecek
Yapraklarını birden dökecek dutlar
Şafak sökerken sekiz on kadar şimşek
Balkonda işlemeli müstesna bulutlar
Ayak bastığın an şehir de değişebilir
Yoksa Moskova'mı
Belki Berlin belki Dakar
Belki 30'lardan mehtap yorgunluğu İzmir
Körfez'de şerefine donatılmış vapurlar
Nerede ne zaman kaç kere yaşadık
Nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar
Bitirdiğimiz herşeye yeniden başladık
Dudaklarımızda birbirimizden mısralar
ATTİLA İLHAN

VEDA
Hoşça kalın
              dostlarım benim
                             hoşça kalın!
Sizi canımda
      canımın içinde,
           kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın
              dostlarım benim
                             hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
            dizilip üstüne kumsalın,
                         mendil sallamayın bana.
                                                        İstemez...
Ben dostların gözünde kendimi
                       boylu boyumca görüyorum...

A  dostlar
      a  kavga dostu
                   iş kardeşi
                            a  yoldaşlar  a..!!.
Tek hecesiz elveda..

Geceler sürecek kapımın sürgüsünü,
pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
                                     mapusane türküsünü.

Yine görüşürüz
           dostlarım benim
                          yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
                 beraber dövüşürüz...

A  dostlar
       a  kavga dostu
                    iş kardeşi
                              a  yoldaşlar  a..!!.
                                       ELVEDA..!!....... 


NAZIM HİKMET 

VATAN HAİNİ
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
           hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
                            ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

NAZIM HİKMET




TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
                                          ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

NAZIM HİKMET






DELİ DÜŞ


Gün gelir de takılırsa gözlerin belirsiz bir noktaya

Gökyüzünü bulamıyorsan,bütün kapılar kapanmışsa

Bütün sözler anlamsızsa, bir nefes bile yoksa

Ve uçurumun kenarında atlamaya korkuyorsan

Küsmüş aciz ve bitkin sevmeyi unutmuşsan

Hayatın avucunda oyuncak gibi hissediyorsan

Ve yitik bir dünyadan kalkan son treni kaçırmışsan

İşte o zaman aç yüreğinin kapılarını ve bırak kendini rüzgara

Rüzgar alıp götürecek seni,ayakların kayacak

Issız bir dağbaşında fırlatıp atacak

“Hava henüz kararıp kapanmış,yağmur yağacak”

Bir ışık ararken gözlerin, kulakların fısıltı duyacak

Yürüyüp gittiğin patika yol terkedilmiş evlere varacak

Yağmur kesilip az sonra sadece rüzgar olacak

Ve bütün kapıları çalarken sen,

Kimseler olmayacak..

Şu arkandaki tepeden tekrar fısıltılar duyacaksın

Fısıltılar bir şarkıya dönüşecek,çılgınca koşacaksın

Savururken kendini rüzgara,bütün öfkeni kusacaksın

“Bitmek üzereyken patika yol ,şarkı netleşecek ve birden karşımda duracaksın

Burdayım diye sesleneceğim sana,önce duymayacaksın

Sesin yanındaki ırmaktan geldiğini farkedince şaşırıp kalacaksın

Üzerimdeki dalları kaldırırsan beni daha iyi bulacaksın

“Rüzgar devam edecek” yüzüme bakıp kendini seyredeceksin

Ben küçük bir ırmağım ve asırlardır burdayım

Rüzgar, yağmur, kar, gece gündüz demem akarım

Dost yüze muhtaç gözlerim,bir ses olsun duyarım

Yüzyıllardır terkedilmiş, yalnızlığıma ağıt şarkılarım




Gözlerimi kapatıp bir gece Binlerce sonsuzdan sesini duydum

Bulutlar yardım etti, ağlayabildim sessizce

Ve seni buldum yarim,düşümde seni buldum

Seni buldum ama nerdesin kimbilir

Ne yıldızlar, ne gece, ne de rüzgar bilir

Bir umut ta içimde, benliğim ona esir

Ne ben bu umudun, ne de o benim hakkımdan gelir



Al şimdi beni götür uzak dağlara vur

Parçalanmış leşimi bir suyun başında bul

Ellerinle sar yaralarımı, başımı göğsüne koy

Ben seni duydum yarim, sen de beni duy



Duy ki yağmurlar yağsın kıraç topraklarıma

Güneş açsın sonra, dönsün mevsim bahara

Sen bir ağaç ol, pınar ol, yapış damarlarıma

Ve mutluluk bizden sorulsun bundan böyle dünyada



Korkarım nafile bütün yalvarış bu can acı çekecek

Allah kahretsin ki bütün bir ömür böyle geçecek

Belki de en sonunda yenilip alışmayı bile öğrenecek

Ve hayatın en anlamsız yerinde ölüverecek

Artık söyletme beni bari bir gece rüyama dol

Bilirsin hiçbir şey çok değil ama, dokunamamak çok zor

Öyleyse yıldızlardan geceden ve rüzgardan sen de beni sor

Ben senle doldum yarim sen de benle dol

Artık ağlayamamanın hüznünden bahsetmek istiyorum sana

Yok olmanın, sahip olduğun tüm varlığınla kaybolmak

Ruhumun en çaresiz, en bitkin olduğu

Sıcak gülücüklerimin kimseyle ilgisiz

İniltiye dönüştüğünden bahsetmek istiyorum sana

Sonra her nefesin biraz daha uzattığı anlamsız; yaşamak dediğin saçmalıktan

Ve kıpkırmızı gözlerimin artık dehşeti bile terkedip,

Dalgaların altında küçük bir taş parçası olduğundan



Ve bana gül diyorsun anlamıyorsun

Hey dünya bana bak,

Allah belanı versin, kahrol

Hala kusuyorsun, hala devam ediyorsun

Bir yerleri, bir şeyleri unutuyorsun ama,

Ellerin kanlı, ruhumun katili ellerin anlıyor musun,

HİÇ MUTLU DEĞİLİM!.............?

Ali Tufan KIRAÇ
 

KONFÜÇYUS’TAN DOKUZ DÜŞÜNCE

Konfüçyus dedi ki;
"Eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır.
Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler.
Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler.
Görünüşleri bakımından, sıcak olmayı düşünürler.
Davranışlarında, saygılı olmayı düşünürler.
Konuşmalarında, doğru olmayı düşünürler.
İşlerinde, ciddi olmayı düşünürler.
Kuşkuya düştüklerinde, soruları nasıl soracaklarını düşünürler.
Öfkelendiklerinde, sorunları düşünürler.
Kazancı gördüklerinde, adaleti düşünürler...




Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.

Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...

Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,
...
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,

Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;

"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.

Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...

Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.

Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini

Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...

Ama riskler yaşanmalıdır,
çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden konunabilir
ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.

Leo F.Buscaglia


Rüzgar Gülü


Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Sisler utanacak eğilecek
Ağzının ucundan öpeceğim
Saçına kalbimi takacağım
Avcunda bir şiir büyüyecek
Nerede olduğumu bileceğim

Bu çıplak geceler yok mu
Bu plak böyle ağlamıyor mu
Camları kırmak işten değil
Delirecek miyim neyim
Kirpiklerimden mısra dökülüyor
Kenya'da simsiyah yalnızım
Yoksul bir şilepte gemiciyim
Malezya'da yük bekliyorum
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim

Gözlerini söndürme muhtacım
Ben senin aydınlığına muhtacım
Yepyeni bir ilkbahar harcayıp
Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
Rüzgar gülünü arayacağım
Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da
Vinçler yine akşamları indirecekler
Yine karanlığa bulaşacağım
Gözlerin rüzgarda savrulacak

İkimiz iki sap buğday olsak
Sen benim olsan, ben senin olsam
Bir gece vakti aklına gelsem
Uykunu tutsam bırakmasam
Seni kucaklasam, kucaklasam
Birbirimizin kalbini dinlesek
Dünyanın kalbini dinlesek
Büyük ateşler yaksalar
İki güvercin uçursalar
Nerede olduğumuzu bilsek

 ATTİLA İLHAN



75. SONE

Bir an sevinç duyarken, korkuyorum sonra hemen,
Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi;
Bir an, başbaşa kalmaktan öte bir şey istemezken,
Sonra diyorum ki, alem niye görmesin sevincimi?
Bazan, sana baka baka kendime çektiğim ziyafetle,
Doydum sanırken, bir bakışın açlığıyla ölüyorum sonra,
Senin bana verdiğin ya da verebileceğinden öte,
Ne bir şeyden zevk alıyorum, ne de çabalıyorum almaya.
İşte böyle, her gün hem açlıktan ölüyor, hem tıkanıyorum;
Ya oburca her şeyi yiyorum, ya da hiçbir şeye dokunmuyorum.



William Shakespeare

1 yorum: